computer, pc, workplace-1185626.jpg

İnovasyonun Sırrı: Stanford’dan İlham Alabileceğimiz Bir Yaklaşım

İnovasyon, günden güne elzem hale gelen ve her kurumun radarında olan önemli bir kavram. Birçoğunun bu bağlamda özel ekipler kurduğunu, ‘Open Innovation’ yaklaşımını hayata geçirdiğini, mevcut süreç ya da ürünlerine yenilikçi kullanım senaryoları, fonksiyonlar ve tasarımlar geliştirme motivasyonu ve çabasında olduğunu görmekteyiz. Stanford’ın inovasyon yaklaşımı bu amaç doğrultusunda etkin sonuçlar alabilmek için bazı paradigmaların yıkılmasını, problemlerin yeniden tariflenmesini ve çözüm geliştirme bakış açılarının yeniden gözden geçirilmesini önermekte. Geliştirilen bir çok inovasyon modelinin temelinde de benzer yaklaşımların olduğunu görebiliriz.

Yakın zamanda katılmış olduğum ve bana farklı bakış açıları kazandıran Stanford’un ‘Achieving Innovation Through Inspiration’ programından edindiğim, iş analizi ve ürün geliştirme ekiplerinin uygulayabileceğini düşündüğüm iki önemli çıkarımımı sizlerle paylaşmak isterim.

1. İnovasyonu Güçlendiren Portfolyo Yönetimi

İnovasyonu güçlendiren portfolyo yaklaşımı, organizasyonun enerjisini müşterilerle empati kurmaya, içgörüleri keşfetmeye, farklı ekipleri bir araya getirmeye ve ofis dışında zaman geçirmeye odaklanmayı gerektiren bir bakış açısı sunar. Bu yaklaşım, sadece yaratıcı bir fikir bulmaktan öte fikirlerle dolu bir portfolyo yaratmanın yani portfolyonun kendisinin ulaşılması gereken bir sonuç olması ve ancak böylelikle takımın çığır açan bir çözüm bulma olasılığını artıracağını anlaması gerektiğini vurgular.

İnovasyonu güçlendiren portfolyo yönetiminde odak alanımız mantıklı ya da yapılabilir olmasından bağımsız çok fazla fikir yaratabilmek, yani sayıya odaklanlanmaktır.

The best way to have a good idea is to have a lot of ideas’ – Linus Pauling

Kuantum mekaniğinin kimya, biyokimya ve moleküler biyoloji üzerine etkilerini inceleyen ve iki kez Nobel ödülü alan Linus Pauling’in de söylediği gibi iyi bir fikre sahip olmanın en iyi yolu çok fazla fikre sahip olmamızdır.

İşe yarayacak yenilikçi bir fikir bulabilmek için yüzlerce fikir geliştirmek ve portfolyomuzu bu fikirlerle doldurmak ilk etapta kulağa çok çılgınca gelebilir. Oysaki zaten çok inandığımız bir fikir her zaman vardır ve geliştirme sürecine hızlıca başlanmıştır. Maalesef sıklıkla elimizde kalan ise kullanılmayan ürünler, fonksiyonlar, bizi hedeflerimize ulaştırmayan yatırımlar olmaktadır.

Tüm bu nedenlerle, en iyi fikri hayata geçirmeye odaklanmanın herhangi bir fikri hayata geçirmekten daha önemli olduğunu vurguluyor Stanford. İnovasyon için ürün sahipleri ve yöneticilerinin dikkatini ise şu noktalara çekiyor:

  • Bütçe ve zaman yönetimi yerine fikir geliştirme aktivitelerine odaklanın,
  • Farklı bakış açılarına sahip katılımcıları dahil ederek fikirleri çeşitlendirin,
  • Fikirler için net ve müşteri odaklı ölçütler geliştirin,
  • Eleme kriterlerini belirleyin,
  • Deneysel çalışmalar için düşük bütçeler tahsis edin,
  • Öne çıkan fikirleri prototiplerle deneyimleyerek mutlaka test edin,

ve bu şekilde yaşayan bir portfolyo oluşturun!

2. İnovasyon İçin İlham Almak

Problem çözme becerisi, özellikle iş analistleri için iş görüşmelerinde sıkça vurgulanan ve performans ölçütü olarak değerlendirilen bir yetkinliktir. Tabii ki bu beceri sadece iş analistleri için aranan bir beceri değildir, fakat bu sorumluluk alanında çalışan uzmanların sahip olmaları gereken en temel beceri olarak karşımıza çıkmakta, hatta yetkinlik beklentisinin problemleri yaratıcı bir şekilde çözebilme seviyesine kadar yükseldiğini görmekteyiz.

Problemleri yarattığımız düşünme şekli ile çözmeye çalıştığımızda yeni bir bilgiye ulaşmamızın zor olacağını deneyimlemiş veya birçok eğitim ya da makalede duymuşsunuzdur.

Peki, farklı bir düşünme şekli ile problemlerimizi nasıl çözebiliriz?

Stanford’ın yaklaşımı öncelikle farklı perspektiflerden bakabilecek şekilde cevap aradığımız soruyu yeniden çerçevelemek gerektiği yönündedir.

Diyelim ki şöyle bir problemimiz var ve fikir geliştirmek istiyoruz;

  • Problem: İş analisti pozisyonumuza başlayan yeni mezun çalışanlarımızın işi öğrenme ve adaptasyon süreleri çok uzun sürmekte. Bu durum kaynak yönetimini yapmakta zorlanmamıza sebep olmakta ve diğer takım üyelerinde ekstra iş yükü yaratmakta.
  • Fikir Geliştirme Sorusu: Kuruma yeni başlayan, yeni mezun iş analistlerinin işe alışma ve işi öğrenme sürelerini nasıl kısaltabiliriz?

Fikir geliştirme çalıştayı düzenleyerek böyle bir soru ile fikir geliştirmek sanıyorum birçoğumuzun öncelikle yapacağı bir yöntemdir. Şu an çok kısa bir düşünme pratiği ile bile bu konuda sunabileceğimiz çözüm fikirleri olacaktır. Hatta ‘Design Thinking’ yaklaşımında öğrendiğimiz şekilde sahaya çıkarak yeni mezun iş analistleri ile görüşüp onların yaşadığı problemleri anlamaya çalışabilir, onlarla empati kurarak çözümler geliştirebiliriz. Bunların hepsi değerli yöntemler olmasına rağmen maalesef sorunu yarattığımız düşünme şeklinden bizi çıkarıp bambaşka düşünmemizi sağlamayacaktır!

Haydi burada farklı bir yol izleyelim ve fikir geliştirme çalıştayına katılan katılımcılarımızın odağını farklılaştırarak şu soruyu soralım;

  • Yeni Soru: İşe başladığında adaptasyon ve öğrenme süreci uzun olabilecek hangi roller ya da sektörler olabilir?

Stanford’ın yaklaşımı, fikir geliştirme çalıştayında direkt olarak çözüme ait fikir üretmek yerine sorumuzu yeniden çerçeveleyerek bu problemi kimler yaşıyor, bunu bize kim öğretebilir, kimler bu işi hali hazırda çözmüş olabilir şeklinde sormayı öneriyor. Belki kurumdaki farklı bir departman benzer bir problem için bir çözüm geliştirmiş olabilir, örneğin; hızlı adaptasyon ve iş bilgisi gerektirecek call-center ekibimiz bu konuda bir çözüm bulmuş olabilir. Ya da farklı sektördeki bir kurumun çok farklı bir yaklaşımı olabilir, örneğin; hizmet sektöründe kahve satan bir şirket baristalarını nasıl hızlı bir şekilde adapte ediyor? Çıkan tüm fikirleri değerlendirerek gözlem amaçlı gidebileceğimiz birkaç tane lokasyon konusunda uzlaşıp, ilham alabilmek için sahaya çıkılabilir.

Başka bir örnek olması açısından; müşterilerinizin sunduğunuz belirli bir servisin kullanımı konusunda çekindiği ve güvensizlik hissettiğine dair bir içgörü yakaladığınızı düşünelim. Bu güveni nasıl inşa edebiliriz diye sormak yerine öncelikle güven ilişkisinin önemli olduğu, güvenerek aldığınız hangi hizmetler var sorusu katılımcılara sorulabilir. Her zaman gittiğiniz bir doktorunuz, kuaförünüz, en son tatil rezervasyonu yaptırdığınız seyahat acenteniz vb. bir çok fikir çıkabilir.

Peki güvenerek hizmet aldığınız bu kurumlar ya da kişiler neyi farklı yapıyor? Sizinle nasıl güven ilişkisi inşa ettiklerini anlamak kendi probleminize geliştireceğiniz fikirlere ilham olacaktır. Aldığınız hizmeti bu gözle tekrar gözlemlemek için bir ziyaret gerçekleştirebilir ve hizmet alınan ortam, etkileşimde olunan kişiler ya da süreçler yani aslında temas noktalarını gözlemleyebilir ve nelerin güven duygusu oluşturduğunu belirleyebilirsiniz. Bu aşamadan sonra ise tüm edinilen izlenimlerden en çok sizi etkileyen faktörleri belirleyerek bunlardan hangileri çözmek istediğiniz problem için uygun olabilir, hangi açılardan benzerlikler yakalanabilir bu gözle değerlendirilebilir.

Örneğin, seyahat acentesinin sizin tercihlerinizi anlamak adına nokta atışı sorular sorması ve seçeneklerinizi daraltarak karar vermenize yardımcı olması sizde ‘İhtiyaçlarımı anlamak adına beni çok iyi dinledi ve öneriler sundu’ görüşünü uyandırmış ve böylelikle alacağınız hizmete güven duygunuzu perçinlemiş olabilir. Yapacağınız fikir geliştirme çalıştayına ‘Müşterilerimizin bize güvenmesini nasıl sağlarız?’ gibi genel bir soru yerine ‘Müşterilerimizin tercihlerini anlayarak en doğru önerileri nasıl sunabiliriz? şeklinde bir soru ile geldiğinizde geliştireceğiniz fikirler de çok farklı ve içgörü odaklı olacaktır.

Özetle, inovatif olmak illa ki yepyeni bir şey yaratmak yani icat emek değil aslında bir probleme daha farklı bir açıdan bakmak, belki de var olan bir şeyden ilham alınarak çözümün uyarlanması anlamına da gelmektedir. Tabii ki kopyalamak değil ama ilham noktası yakalamak ve bunun üzerinden en uygun çözümü tasarlamak kıymetlidir. Bu sebeple farklı düşünmek ve düşündürebilmek fikir geliştirme çalıştayları için çok değerlidir. Belki de aradığımız o yenilikçi çözüm hiç olmadığı kadar yakın ve hiç beklemediğimiz biryerdedir.

Bu yaklaşımın ötesinde fikirlerimizin özgün ve yenilikçi olması için beyin fırtınası çalışmalarında katılımcıların zihnini stratejik biçimde başka konuyla dağıtıp tekrar fikir geliştirmeye devam etme amaçlı birçok yöntemden de bahsediliyor. Farklı blog konusu olarak bunları da detaylandırabilirim, ne dersiniz?

Beklemediğimiz kaynaklardan ilham alabilmek dileği ile..

2 thoughts on “İnovasyonun Sırrı: Stanford’dan İlham Alabileceğimiz Bir Yaklaşım”

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *